GÜLNAREGÜL

Ölüm, cehennem ve Allah'ın Merhameti.




 ÖLÜM, CEHENNEM VE ALLAH’IN MERHAMETİ


Dört Şey Zorla Bizden Alınacaktır

Allahu Zülcelâl, ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Kâfirler bölük bölük cehenneme sürülerek oraya vardıklarında, cehennem kapıları açılır.” (Zümer; 71)

Dünyada kapalı olan bir zindanın kapısı, bir mahkûm geldiği zaman nasıl açılıyorsa, cehennem de tıpkı böyledir. Kâfir ve fasıklar oraya gelince, cehennemin kapısı yeniden açılacaktır.

Cennetin ne kadar güzel olduğunu ve cehennemin ne kadar kötü olduğunu ancak Allahu Zülcelâl bilir. Bizim için mühim olan şudur ki, insan ne ile cennete veyahut ne ile cehenneme müstahak oluyor, onu iyi bilmemiz gerekmektedir.
 


Bunları hepimiz biliyoruz ki, cennet ve cehennem vardır. Çünkü bunlara iman etmeyen kimse mümin olamaz.

Şu dört şey Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)'in ümmetinden mutlaka alınacaktır:

Birincisi: Azrail (aleyhisselam) ruhumuzu mutlaka bizden alacaktır.

İkincisi: Dünyada emek çekerek topladığımız malları, varisler bizden zorla alacaktır.

Üçüncüsü: İstesek de istemesek de bu keyf ve sefa ile donattığımız vücudu kurtlar ve böcekler kabirde yiyeceklerdir.

Dördüncüsü: İstesek de istemesek de, üzerimizde ne kadar hakları varsa, kıyamet günü hak sahipleri karşımıza çıkarak, sevaplarımızı alacaklardır.

Olabilir ki, (Allah muhafaza) sevaplarımız kalmayıp, Allahu Zülcelâl o kimsenin günahlarını üzerimize yükleyerek bizi cehenneme doğru sevk edebilir.

İşte bu dört şey, insan istese de istemese de kendisinden zorla alınacaktır.

Dünya ile meşgul olurken ahireti unutmamamız lazımdır. Dünya peşin olduğu için onun nimetleriyle ferahlanıyoruz, seviniyoruz. Bir eziyetle karşı karşıya kalırsak, nefsimiz o eziyeti kabul etmiyor. Fakat ahiret bakidir. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in mübarek vücudu şerifi bin dört yüz küsur senedir kabirdedir.

Peki, orası mı bizim gerçek evimiz, yoksa dünyada yaptığımız binalar mı bizim evimiz?... Kendimize ne kadar haksızlık yaptığımızın, acaba farkında mıyız?

Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Kabirleri ziyaret ediniz, çünkü orası size ölümü hatırlatır." (İbn Mace)

Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçedir veya cehennem çukurlarından bir çukur." (Tirmizi, Beyhaki)

Onun bildirdiğine göre kabirleri ziyaret ettiğimiz zaman, bu şekilde düşünmemiz lazımdır. İşte, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) bizi hadis-i şeriflerde ikaz ediyor. Onun için bunları daima hatırımızda tutalım.

İnsanın Yaptıkları Karşısına Çıkacak

Nefislerimize aldanıp Allahu Zülcelal’i unutmamamız lazımdır. Bu çok mühimdir. Burada herkes kendi durumunu düşünüp kendisini kusurlu, taksirat sahibi görmesi gerekir. Gerçekten Allahu Zülcelal’i çok unutuyoruz. Allahu Zülcelal’in yapılmasını istediği şeyleri terk etmek, O'nu unutmak demektir. Nefsin arzu ve isteklerine uymak, yine O'nu unutmak demektir.

İnsan ister salih amel yapsın, isterse kötü amel yapsın, mutlaka yapmış olduğu amel kendisiyle beraber kalacaktır. İşte bizim, o kabir hayatını unutmamamız gerekir. Onun için kendimizi Allahu Zülcelal’in karşısında dosdoğru yapalım.

Sadatı Kiram’ın meşrebi, Allahu Zülcelal’in rızasına ne kadar uygundur. Allahu Zülcelâl, kullarının daima alçak gönüllü ve yalvarıcı olmasını ister. Sadatı Kiram da, kendilerini ve kendilerine tabi olan kimseleri, bu meşrebe teşvik ederler. Çünkü Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de bu meşrep üzere idi.

Allahu Zülcelâl, İslam dininde kulunun çok samimi olmasını istiyor. İnsan samimi olduğu zaman onun önünde hiç bir engel kalamaz.

Ölümü Hatırda Tutmanın Yolu

Ateşten bir çengelin insanın vücuduna takılıp yüz bin zebaninin onu çekmesi acaba nasıldır? İşte ruhun tenden ayrılması da aynen böyledir. Bu konuda Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Ölümün mümine verdiği acı ve ızdırabın şiddeti, üç yüz kılıç darbesinin ızdırap şiddetine eşittir." (İbn Ebi'd-Dünya)

Hepimiz düşünelim! Bir kılıçla insana vurulsa, acaba ne kadar eziyet verir? İşte ruhun çıkması da aynen böyledir. Peki, az bir eziyet karşısında tahammül edemiyoruz, o zaman, aklımız fikrimiz acaba nerededir? O zorlu ölüm anında biz nasıl şeytana karşı mücadele edeceğiz? Onun fitnesinden kendimizi nasıl kurtaracağız? Ne akılla! Ne Şuurla! Ne kuvvetle!...

Denildiği gibi insan çok düşünmeli ve çok tefekkür etmelidir. Hepimiz düşünelim; dostlarımızdan nice insanlar gittiler. Ben kendi şahsıma sayarsam, onları bitiremiyorum. Mardin'in bir köyünde iki-üç sene kadar imamlık yaptım. Benim cemaatim yirmi-yirmibeş kişi kadar vardı. Şimdi sayıyorum, onlardan sadece dört-beş kişi kalmış, işte onların hepsi gittiler... İnsan böyle anmalı, ölümü unutmamalı ve ölüme hazırlıklı olmalıdır.

Gerçekten, insan için ölümden daha büyük nasihat olamaz. İşte durum böyledir. Çünkü ölüm, çok ibretli bir olaydır. Eğer ki insan ölümden herhangi bir ibret ve nasihat almıyorsa, bu kalbinin katı olmasından dolayıdır. Onun için ölümü çok hatırlamak lazımdır.

Halife Ömer bin Abdulaziz (rahmetullahi aleyh), daima âlimleri bir araya toplar, ölümden bahsettirir, ölümü duyunca da ıslak bir kuşun ıslaklığını gidermek için çırpınması gibi çırpınırdı. İbn-i Şirin'in yanında ölümden bahsedildiği zaman, kendisi ölmüş gibi uyuşurdu.

Ölümü düşünmek ve onu kalbe yerleştirmek için en faydalı yol; daima akrabalarının, arkadaşlarının, dost ve ahbaplarının ölümünü ve toprağın altındaki hallerini düşünmektir.

Hasan-ı Basri şöyle demiştir: “Ölüm meleği, her eve günde üç kere bakar. O evde kim rızkını bitirir ve ömrünü tüketirse, onun ruhunu alır. Melek, onun ruhunu alınca, evdekiler onun için ağlamaya başlarlar. Melek evden çıkarken dönüp onlara şunu söyler: ‘Bu benim bu eve son gelişim değildir. Ben hepinizi alıp götürene kadar buraya gelip gideceğim.’ Ev halkı meleğin bu sözünü duyabilselerdi, öleni bırakıp kendileri için ağlarlardı.”

Cehennem Var!

Biz Allahu Zülcelal’e hakiki olarak yönelirsek de öleceğiz, hiç bir şey yapmasak da yine öleceğiz. Fakat ikisinin arasında nice farklar vardır.

Allahu Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "De ki: Haberiniz olsun ki, o önünden kaçıp durmakta olduğunuz ölüm, (günün birinde aniden) mutlaka size gelip kavuşacaktır. Sonra gizli ve açık bütün şeyleri bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O size neler yaptığınızı bir bir haber verecektir." (Cuma ; 8 )

Hepimiz gözümüz ile görüyoruz ki; hiç kimse ölümden kurtulamıyor. Ölümden sonra da bâki olan bir hayat vardır. İster ölümden kaçalım, istersek kaçmayalım; mutlaka bir gün ölümle karşılaşacağız. Sonra da hesap vermek için Allahu Zülcelal’in huzuruna varacağız. İşte buna, mecburen hazırlanmak zorundayız.

Allahu Zülcelâl Kuran-ı Kerim'de, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de hadisi şeriflerde cehennemin ne kadar dehşetli olduğunu anlatmışlardır.

Bir keresinde, “Cebrail (aleyhisselam), Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)'e normal gelişlerinin dışında çıkıp geldi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ayağa kalkarak:

‘Ey Cebrail, sana ne oldu? Ne oldu sana?’ diye sordu. Cebrail (aleyhisselam): ‘Allahu Zülcelâl cehennemin bin yıl yakılmasını emretti, yakıldı. Ta ki o ateş beyazlaşmıştı. Sonra tekrar emredildi, bin yıl yine yandı ve kıpkırmızı oldu. Sonra bin yıl yine yakılmasını emretti ve cehennem simsiyah kesildi. O şu anda zifiri karanlıktır. Ondan bir kıvılcım saçmaz, alevleri de asla sönmez. Allah'a yemin olsun ki, cehennemden bir iğne deliği kadar ateş yeryüzüne düşse, insanlar onun sıcaklığından yaşayamazlar.’

‘Seni Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin olsun ki, cehennem bekçilerinden biri dünyaya gelse, onun çirkin suratı ve pis kokusu yüzünden herkes ölür.’

‘Seni Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin olsun ki, cehennem ehlini bağlayan zincirlerden biri yeryüzüne düşseydi, dünyadaki dağları çökertirdi. Kıyamet günü cehennem, boynundan yetmiş bin yularla çekilir. Her bir yularda yetmiş bin melek vardır. Her bir meleğin alnının genişliği doğu ve batı arası kadardır.’

‘Kıyamet gününde cehennem hararetlenerek öyle bir gürültü çıkacak ki, eğer onun sesi şimdi dünyaya gelseydi, onun dehşetinden yeryüzünde bir tek canlı kalmazdı.” (Taberani)

İşte, Allahu Zülcelâl cehennemi böyle hazırlamıştır. Buna göre; ne cüretle Allahu Zülcelal’in emirlerini yapmayıp, nehiylerinden çekinmiyoruz?...

Aklımızı başımıza alarak, cehennemi hiç unutmamamız gerekir.

İşte ben herkesi, cehennemi unutmayıp onu düşünmeye davet ediyorum.

İnsan hiç olmazsa, biraz Allahu Zülcelal’in merhametine, Hz. Peygamber (sav)'in şefaatine kendisini layık görmesi lazımdır. İşte bunu, herkes yapmalı ve hiç olmazsa buna inançlı olmalıdır. Çünkü insan iman ile dünyadan ayrıldığı zaman, cehennemde ne kadar yanarsa yansın, yine oradan çıkıp cennete girecektir. İnsan ebedül ebed nasıl cehennemde durabilir?...

Allahu Zülcelâl, bunun karşısında da kıyamet günü mümin kulları için cennet hazırlamıştır. İnsan ne kadar cennetin nimetlerinin güzelliğini anlatsa da onun sonunu getiremez.

Allah Merhameti En Çok Olandır

Bir insanın Allahu Zülcelal’in azabına karşı kuvveti var ise istediğini yapsın…

Peki, biz ateşe ne kadar dayanabiliyoruz? Bir sigara ateşi ile kendimizi tecrübe edelim. Hepimizin bildiği gibi bu ateşe de kimse tahammül edemez.

O zaman nefsimize hitap ederek şöyle diyelim: “Ey Nefsim! Bu ateşe dayanamıyorsan, uğraş amel yap. Ateşten kendini muhafaza et. Allahu Zülcelal’e ibadette bulun! Çünkü yapmış olduğun her amel teraziye girecektir. Her gün kendi hesabını gör.”

İşte insan böyle olduğu zaman, ahiret bakımından ilerlemesi her gün biraz daha fazla olacaktır.

Ebu Hureyre (radıyallahu anh)'dan rivayetle Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Bir kul günah işler ve: ‘Allah'ım! Benim günahımı bağışla!’ der. Allahu Teala da: ‘Kulum günah işledi, kendisini hem affedecek hem de sorumlu tutacak bir Rabbinin bulunduğunu bildi.’ buyurur. Kul dönüp tekrar günah işler ve: ‘Allah'ım! Beni bağışla!’ der. Allahu Teala’da: ‘Kulum günah işledi, hem affedecek hem de sorumlu tutacak bir Rabbinin bulunduğunu bildi.’ der. Kul tekrar dönüp günah işler ve: ‘Rabbim! Günahımı bağışla!’ der. Allahu Teala’da: ‘Kulum günah işledi, affedecek ya da sorumlu tutacak bir Rabbinin bulunduğunu bildi. Haydi, istediğini yap! Ben seni bağışladım.’ buyurur." (Buhari, Müslim)

İşte bütün bu imtiyazlar, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)'in yüzü suyu hürmetinedir. Daha önceki ümmetlerin şeriatlarına göre, günah işleyen bir kimseye helallerden biri haram kılınırdı. Yine o ümmetlere mensup birisi bir günah işleyince, evinin kapısında veya vücudunda: “Falan oğlu falanca, şu günahı işlemiştir ve tövbesi de şöyledir.” diye bir yazı ile karşılaşırdı.

Oysa Allahu Zülcelâl, bu ümmete kolaylık göstermiştir. Buna göre, her Müslümanın, tövbe ederek Allah'a yönelmesi vaciptir.

Allahu Zülcelâl kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin... (Amin)

İLİM MECLİSİNDEN SOHBETLER