GÜLNAREGÜL

Dik Durmak

Dik Durmak

 

 

Başarının sırrı iman, bilgi, gayret ve sabırdır. İnançlı olmak prensip sahibi olmayı gerektirir. Doğru ve sağlam prensipleri olan insanlar gerektiğinde bu prensipler uğruna kendilerini feda ederler fakat hiçbir zaman dünyevi çıkarlar için bu prensipleri feda etmezler. İnanan insan güçlüdür. “Gevşeyip üzülmeyin eğer inanıyorsanız mutlaka siz daha üstünsünüz.” (Âl-i İmran, 139)

Sabır, direnmek ve dik durmaktır. Müminlerin en önemli vasıflarından biri de sabırdır. “Ben hasta olsam da sabrım hasta olmaz” diyen şair ne güzel söylemiş. Atalarımız “Sabreden derviş muradına ermiş” demişler. Yüce Mevla Kur’ân-ı Kerim’in pek çok yerinde sabrı tavsiye ediyor, sabredenleri övüyor. “Allah kendi yolunda kenetlenmiş binalar gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” (Saff, 4)

İman ve prensip sahibi olmayanlar menfaat veya şiddet karşısında dik duramazlar. Böyleleri kimlik ve kişilikten mahrumdurlar. Bunlara omurgasız denir. Sürüngenler omurgasızdırlar. Onun için dikilemezler. Kimliksiz ve kişiliksizler de bir bakıma sürüngenlerdir. Hayatları sürünmekle geçer. Menfaat hesabı ve korku sendromu içinde paspas olurlar. Menfaat hırsı ve korku esaret sebebidir, manevi köleliktir. Köleliği karakter haline getirenler asla efendi olamazlar.

Peygamberler direnişin ve yiğitliğin en üstün temsilcileridir. Onlar mücadelelerinde hep dik durmuşlar, en ufak bir zaaf göstermemişlerdir. “Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseler yine bu davadan vazgeçmem” diyen, krallık, zenginlik ve en güzel kadın teklifini elinin tersiyle iten Hz. Peygamber hak yolda direnişin abidesidir. Hz. Peygamberle baş edemeyen müşrikler ona uzlaşma teklif ettiler. Bir sene sen bizim ilahlarımıza tap, bir sene de biz senin Allah’ına tapalım, dediler. Kafirun suresi bunun üzerine nazil oldu. Bu sure dik duruşun en canlı ifadesidir. İşkence ve tehditle karşı tarafı dize getiremeyenler teklife başvururlar. Bu bir taviz teklifidir. “Onlar isterler ki sen onlara yumuşak davranasın, onlar da sana yumuşak davransınlar” (Kalem,9) bu bir barış teklifi değil, davadan vazgeçme veya davayı sulandırma teklifidir. “Ayetlerimiz onlara açık şekilde okununca bize kavuşmayı ummayanlar: bundan başka bir Kuran getir veya bunu değiştir, dediler. Ey Muhammed! Sen de ki: onu kendiliğinden değiştirmem mümkün değildir. Ben sadece bana vahyolunana tabi olurum. Eğer ben Rabbime isyan edersem büyük bir günün azabından korkarım.” (Yunus, 15)

Peygamberlerin hayatı bütünüyle bir direniştir. Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve diğerlerinin mücadeleleri dava adamlarına ilham kaynağı olmuştur. Beşer olarak zaman zaman üzülmüşler, daralmışlar fakat dilek ve şikâyetlerini sadece Allah’a arz etmişler, Ondan güç ve kuvvet almışlardır. “Yakub dedi ki: Ben üzüntümü ve tasamı ancak Allah’a arz ederim.” (Yusuf, 86) Hz. Peygamber Taif’te hakaret ve işkenceye maruz kaldığında Rabbine şöyle niyaz etti: “Allah’ım! Kuvvetsiz ve çaresizliğimi, halk nazarında hor ve hakir görüldüğümü ancak sana arz ve şikâyet ederim. Allah’ım! Senin gazabına uğramayayım da çektiklerim ne olursa olsun katlanırım. Fakat senin af ve merhametin bana bunları da göstermeyecek kadar geniştir. Allah’ım! Her kuvvet, her kudret ancak seninle kaimdir.”

Gerçek anlamda iman silahını kuşananlar bütün dünyaya karşı bile direnebilirler. Hikmet ve gönül şairi Muhammed İkbal: “Topluma kafa tutan bu fakirin iki cümlelik silahım var. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulullah” demişti. Hz. Nuh kavminden gelen tehditlere şöyle karşılık vermişti: “Ey kavmim! Eğer benim duruşum ve Allah’ın ayetlerini hatırlatmam size ağır geliyorsa bilin ki, ben Allah’a dayanmışım. Artık siz ve ortak koştuklarınız her ne yapacaksanız, toplanıp bütün azminizle karar verin sonra hükmünüzü bana uygulayın ve elinizden gelirse bana bir an bile göz açtırmayın.” (Yunus, 71)

Direnmek için maddi güce elbette ihtiyaç vardır. Demir demirle doğrulur. Hiç kimse fiziki olarak ne kadar güçlü olursa olsun çıplak elle çiviyi duvara çakamaz, mutlaka bir çekice ihtiyaç duyar. Maddi güç hazırlamak zaten Kuran’ın emridir. Fakat asıl güç insanın içindedir, irade ve iman gücüdür. Zafer ve hezimet insanın içinde başlar. Maddi gücün kaynağı da güçlü olma iradesidir. Sağlam irade ve iman olmadan hiçbir sahada başarılı olunamaz.

İman ve iradenin gücüyle dik duran insan zarar gibi görünen şeyleri kâra çevirebilir. Zaten kâr ve zarar takdire göre değişen ölçülerdir. Filozof Sokrat’ı idama mahkûm ettiklerinde, “seni haksız yere öldürüyorlar” diye feryat edip yeri göğü inleten karısına şöyle sesleniyor: “Sus be kadın! Haklı yere öldürselerdi daha mı iyiydi?” Cellatlara da: Beni öldürmezseniz, doğru bildiklerimi aynen söylerim. Öldürürseniz benden önceki bilgelerin yanına giderim” demişti.

Talep üzerine Hz. Peygamber Uhud harbinden 4 ay sonra Amir oğullarına 70 mürşit göndermişti. Kabileye yaklaştıklarında Haram b. Milhan şöyle seslendi: “Durun! Size haber getirdim. Yaklaştı ve: “Ben size Resulullah’ın elçisiyim bana eman verin ki konuşayım. Kendisine eman verdiler, mesajını iletirken birisi gelip arkasından vurdu. Mızrağın ucu göğsünden çıktı. Haram b. Milhan akan kanları yüzüne sürdü ve: “Kâbe’nin Rabbine andolsun, kazandım dedi. Kardeşlerimize haber verin ki biz Rabbimize kavuştuk. O, bizden biz de Ondan razıyız.” (Üsdü’l-Gâbe, I,473)

İnanan insanın kayıp ve kazanç anlayışı inançsıza göre farklıdır. Sırtına mızrak saplanınca normalde yandım demesi gerekirken, kazandım diyor. Çünkü mümin nazarında asıl kazanç ebedi olandır. İman ettikleri için kendilerini çarmıha germek, el ve ayaklarını çaprazlama kesmekle tehdit eden Firavuna karşı Musa’ya inanan sihirbazların cevabı da dimdik duruşun ifadesidir: “İman eden sihirbazlar Firavun’a dediler ki: Biz, seni bize gelen açık mucizelere ve bizi Yaratan Allah’a tercih edemeyiz vereceğin hükmü ver, sen ancak bu dünya hayatında hükmedebilirsin. Biz hatalarımızı ve senin bize zorla yaptırdığın sihri bağışlaması için Rabbimize iman ettik, Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlı ve azabı ise daha kalıcıdır.” (Taha, 72, 73)

Yıkılmamanın en büyük destek ve teminatı Allah’a ve Onun sonsuz kudretine şeksiz şüphesiz inanmaktır. Tevekkül, ona güvenip dayanmanın ifadesidir. Dik durmak kabadayılık, ukalalık değildir. Savunulan davayı vakarla temsil etme, eğilip bükülmemedir. Kötülüğe kötülükle değil iyilikle karşılık vermedir. İyiliğe karşılık iyilik her kişinin, kötülüğe karşı iyilik er kişinin işidir, demişler. Kişinin asaleti ve yiğitliği böyle durumlarda belli olur. Bu Yiğit Müslüman tipi Kuran’da şöyle tabir ediliyor: “Rahman’ın kulları yeryüzünde ağırbaşlı ve mütevazi olarak yürürler. Cahiller kendilerine sataştıkları zaman selam deyip geçerler.” (Furkan, 63)

Bugün onurları çiğnenen, hakları gasp edilen, ezilen Müslümanları ayağa kalkıp zulme ve zalimlere karşı dik durabilmeleri için kendilerini depreme dayanıklı olarak sağlam bilgi, iman ve irfan zemini üzerinde yeniden inşa etmek zorundadırlar. Zira Muhammed İkbal’in dediği gibi: Onların bir dağ gibi olan varlıkları rüzgârın önünde savrulan bir saman çöpüne dönüştü. İçinde kılıç olmayan süslü kınlar haline geldiler. Hayatın alevi başkalarından kiralanmaz, o kendi ruhunun mabedinde yakılmalıdır. Dalga, dalga kaldığı müddetçe denizin sırtına biner. Ölüler yatar, diriler ayaktadır.  Uyumak için yatmak daha dinç ve daha dik durma içindir. Asıl olan uyumamak ve ayakta olmaktır. Vahyin dehşetiyle örtülere bürünen yüce Peygambere Hak Teala: “Kalk ve uyar” dedi. Müslüman ancak Rabbi huzurunda rükû ve secde eder. Başka hiçbir sebeple eğilmez. Akif’imiz Çanakkale’deki Mehmetçiği ne güzel tasvir ediyor:

Şüheda gövdesi bir baksana dağlar taşlar

O rükû olmasa dünyada eğilmez başlar.

Bütün mesele, dikleşmemek fakat dik durmaktır.