GÜLNAREGÜL
ACIYI DOST VE TATLI KILAN İNSAN: MÜBTELÂ
ACIYI DOST VE TATLI KILAN İNSAN: MÜBTELÂ
Büyük veliler hep belâya mübtelâ olmuşlardır. Eskiden buğday ekmeği yiyen yavruların yediği şimdi arpa olduğu halde sima ve ahlâkça bir değişiklik göstermediler. Bizde tam bir kanaat hâsıl oldu ki¸ belâ vadisine girenler imtihan vaktine hazırlıklı kişilerdir.
Acı ve sıkıntılar karşısında usanmadan yılmadan tahammül gösterebilmektir sabır.
Sevinçli hallerde de ölçüyü kaçırmadan davranışlarını kontrol edebilene de
"sabırlı" derler. Vazifeleri yerine getirmede orta yolu takip edip¸ istikameti doğru
tutmak¸ bilgelik basamağının birincisidir. Şeyh Sâdî-i Şirâzî¸ Gülistan adlı eserinde¸
"Sabırlı olmayan bilge olamaz." der. İnsanoğlunun iman ve teslimiyeti imtihanlar¸
acılar musibetler ve sıkıntılar sonucu açığa çıkabilir.
Karar vermede aceleden sakınmak gerekir. Çünkü Peygamberimiz aceleciğin
şeytandan olduğuna işaret buyurmuştur. Bazı tutum ve davranışların geriye
dönüşü mümkün olamayabiliyor. Gülistan'daki şu nasihat bizlere her şeyi anlatıyor:
"Diriyi öldürmek çok kolay; ama öleni diriltmek mümkün değildir. Okçunun sabretmesi
akıl şartıdır. Ok yaydan çıktı mı¸ geriye gelmez."[1]
Dereceye Göre İmtihan
Dünya amel ve imtihan yurdudur. Said İbni Ebî Vakkas (r.a.) şöyle buyurmuştur:
"Ben¸ bir defasında Peygamber Aleyhisselâm'a: "Ya Resûlallah hangi insanların
başına gelen belâ ve musibet daha şiddetli olur?" diye sordum O da: "Peygamberler¸
sonra sırasıyla (Allah katında) rütbesi en üstün olanlardır. Bir kul¸ dindarlığının (kuvvetliliği
veya zayıflığı) durumuna göre belâya uğrar. Eğer dininde kuvvetli ise¸ belâsı da kuvvetli
olur. Şayet dindarlığında zayıflık olursa dindarlığı derecesine göre belâya uğrar¸ belâ
kulun peşini bırakmaz tâ ki kulun üzerinde hiçbir günah kalmayıncaya kadar.[2] buyurdu."
Peygamberimizin bu hadis-i şerifinin bir nevi açıklamasını Es-Seyyid Osman
Hulûsî Efendi (k.s)'nin Mektûbat'ının 10. mektubunda şöyle okuruz:
"Hulûsî sabredüp eyleme keder
İnsafsızın gönlü anlamaz haber
Bir gün o da olur elbet derbeder
Çünkü Hak'dan böyle dileyen vardır
Büyük veliler hep belâya mübtelâ olmuşlardır. Eskiden buğday
ekmeği yiyen yavruların yediği şimdi arpa olduğu halde sima ve
ahlâkça bir değişiklik göstermediler. Bizde tam bir kanaat hâsı
l oldu ki¸ belâ vadisine girenler imtihan vaktine hazırlıklı kişilerdir.
Çünkü ayrılık ve kavuşmayı fark etmeyen bir âşık kahır ve isyanı
bir tutan sadık bir talebe gibidir. Zamanın şartları onların bu arzularına¸
kalbî isteklerine kıl kadar değişiklik getirmedi. Cânânın da arzusu
budur. Meclise karışmak için can atan sadık kişi¸ kahır ile lütfun¸
kavuşma ile ayrılığın farkını bilmeyip¸ ancak son arzusu kavuşma
isteği olmalı ve himmetini yüce tutup o çok değerli gevheri bulmalıdır.
Her belânın sabrını verdi belâ ihsân eden
Her kazâya biz rızâyı yârdan öğrendik
Bu beyitte de ifade bulduğu gibi sadık¸ sevdiği ârif kişinin tecellî
nurlarına dalmıştır. Onun için her belânın zehrini bal olarak içer¸
dostun rızası için kendi isteğinden geçer. Vesselâm." [3]
İman ehlinin çektiği sıkıntılar ve hastalıklar¸ derecelerin artmasına ve
günahların silinmesine sebep olur. Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
"Hastalık ve benzeri bir eziyete uğrayan hiçbir Müslüman yok ki¸ Allah onunla ağacın
yaprağını döktüğü gibi
günahlarından bir kısmını hafifletmesin."[4]
Her insan gibi Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi de çeşitli zamanlarda
rahatsızlıklar geçirmiş ve tedavi olmuştur. Ankara'da ve İstanbul'da
uzun müddet hastanede yatmıştır. Bu zaman zarfı içersinde yanında
kalan refakatçi arkadaş bir akşam şöyle sorar: "Efendim¸ bu gibi
hastalık¸ sıkıntı bütün Pirlerde de vuku bulmuş mudur?" Soruya
cevaben: "Cenab-ı Allah (c.c.)¸ en büyük eza ve cefayı Habibine¸
Resûlullah (s.a.s.) Efendimize verdi. Ondan sonra enbiyalarına¸
ondan sonra da evliyalarına verdi." diye buyururlar. Refakatçi olan
arkadaş: "Efendim herkese himmet ediyorsunuz¸ fakat kendiniz için
bir talepte bulunmuyorsunuz¸ bunun sebebi nedir?" der. Hulûsî Efendi
Hazretleri: "Ne diyelim Rabbimiz bizi görüyor." buyurur ve şu menkıbeyi
nakleder:
"Zekeriyya Aleyhisselâm bir gün Yahudilerden kaçar¸ onlar da ardına
düşerler. İz sürücüler kendisine yaklaşınca kalın dallı bir ağaç görür.
"Ey ağaç yarıl da beni içine al." der. Bu sırada açılan ağaç
Hz. Zekeriyya(a.s)'yı gövdesine aldıktan sonra tekrar kapanır.
Cübbesinin eteği dışarıda kalır. Derken İblis ortaya çıkar¸ iz sürücüleri
iri gövdeli ağacın yanına getirir¸ bir testere ile ağacı keserek
Hz. Zekeriyya (a.s) 'yı öldürmelerini söyler. Onlar da İblisin
dediği gibi yaparlar. Hz. Zekeriyya (a.s) testereyle ikiye bölünür.
Testerenin dişleri kafasına geçince Hz. Zekeriyya (a.s) "âh"
etmeye başlar. Bu haldeyken şöyle bir ses işitilir:
"Ey Zekeriyya! Allah sana şöyle buyuruyor: Niçin belâya
sabretmiyorsun da "âh" ediyorsun. Eğer bu sözleri ikinci sefer
tekrar edersen adını Peygamberler defterinden silerim."
Bunun üzerine Hz. Zekeriyya (a.s) iki parçaya biçilinceye
kadar sabreder."
Dîvân-ı Hulûsî-i Darendevî'deki şu mısralar bize hakikat
güllerini derebilmek¸ dünya ve ahirette huzura erebilmek
için sabrın gerektiğini¸ böylece acıların tatlı olacağını hatırlatır:
Boyun vere her zahmete katlana
Sabır ede her acıya tatlana
Mihnet çeke yaya iken atlana
Hakîkat güllerin derem der ise[5]
Mevlâna Hazretleri'nin Mesnevî'sinde bu konu şöyle ele alınır:
"Kul¸ gece gündüz Hakk'a ağlayıp yakarır¸ derdinden dolayı
yüzlerce şikâyette bulunur.
Cenab-ı Hak da ona: "Ey bîçâre¸ dert ve mihnet seni doğru
yola çıkarır. Ey kusurlarla dolu olan; şikâyetini¸ seni bizden
uzaklaştıran nimetlerden et. Cenab-ı Hak sana istediğinin
dışında bir maraz verince ona rıza gösterip sabret. Dosttan gelen
belâ seni temizler. O'nun ilmi senin tedbirinden üstündür."[6] der.
Mevlâna'nın yukarıdaki son cümlelerdeki özlü ifadesini bu defa
Hulûsî Efendi'nin şu beytinde görürüz:
Her belânın sabrını verdi belâ ihsân eden dostlar belâ ihsan eden
Her kazâya biz rızâyı yârdan öğrendik dostlar yârdan öğrendik[7]
Dostu kendine rehber edinipp¸ istikametini doğru tutanlar her
zaman doğru hedefe varırlar. Hiçbir zorluk onları yollarından
çeviremez. Dostun ihsanı acı da olsa sevene bal gibi gelir.
Hulûsî Efendi Dîvân'ında şöyle buyurur:
Sabredip Hak'dan gelen cümle belâya râzı ol
Dostdan ihsândır deyüben ehl-i idrâk olagör [8]
İrfan sahibi olup¸ sabrı kendine yoldaş edinenlerin bir bülbül
misali kanatlanıp¸ aşkla uçacağını da şöyle dillendirir hazret:
Aşk meydânını ârif sabr ile seyrân eder
Kim girer ol âleme cân bülbülü tayrân eder[9]
Küçük Sıkıntılar Büyük Belâları Önler
İnsanlar dünyada zaman zaman sevindiği¸ kendini mutlu
hissettiği gibi¸ bazen de sıkıntı çeker¸ gamlanır¸ üzülür.
Dünyaya güvenenler ahirette ateşle muhatap olurlar. Allah'a
güvenenler ise küçük sıkıntılara katlanır¸ büyük musibetlerden
korunular. Aynı zamanda ahirette de azaba duçar olmazlar.
Onun için ahiret mutluluğunu kazanmak isteyenler¸ Hulûsî Efendi
Hazretlerinin şu beyitlerine kulak vermelidir:
Güvenme dünyânın varı yoğuna
Sabreyle mihnet ü gam gelir geçer
Ömür dedikleri bir rüyâ gibi
Göz açıp yumunca dem gelir geçer[10]
Mevlâna Hazretleri bu konuyu bizlere bir hikâye ile şöyle anlatır:
"Bir adam Hz. Mûsâ'dan kendisine hayvanların dilini öğretmesini ister.
Hz. Mûs⸠bu isteğin tehlikeli olduğunu¸ herkesin buna tahammül
edecek gücü olmadığını söylerse de adam ısrar eder. Bunun üzerine
Cenab-ı Hak'tan¸ Hz. Mûsâ'ya onu üzmemesi¸ dileğinin hiç olmazsa
bir kısmının yerine getirilmesi için vahiy gelir. Hz. Mûsâ adama
yalnızca evindeki köpekle horozun dilini öğretir. Bir sabah adam
hevesle bu hayvanların konuşmasını dinlemek için bahçeye çıkar.
Evin hizmetçisi sofra örtüsünü bahçeye silkerken bir parça ekmek
yere düşer ve horoz hemen bu parçayı kapar. Köpek¸ horoza onun
kırıntıları da yiyebileceğini¸ o parçanın kendisine münasip olduğunu
söyler. Horoz¸ köpeğe üzülmemesini¸ o gün ev sahibinin atının
öleceğini ve köpeğin bol yiyeceğe kavuşacağını söyler. Bunu işiten
adam derhâl pazara gider¸ atını satar. Ertesi sabah aynı hadise
tekrar eder. Köpek¸ horozu yalancılıkla suçlar. Horoz; atın
satıldığını¸ ev sahibinin zararı başkasına yüklediğini¸ ancak o
gün katırın öleceğini ve bütün hayvanlara ziyafet olacağını söyler.
Bunu duyan adam katırı da satar. Üçüncü gün hadise tekrarlanır.
Horoz bu kez de evdeki kölenin öleceğini¸ yoksullara¸ köpeklere
bol ekmek dağıtılacağını söyler. Adam köleyi de elden çıkarır. Diğer
yandan üç belâdan da kurtulduğu için sevinmektedir. Dördüncü
gün gelir. Açlıktan hâlsiz kalan köpek sitemde bulununca; horoz
ev sahibinin her üç ziyanı da savuşturduğunu¸ ancak bu defa
sıranın ona geldiğini; atın¸ katırın ve kölenin ölümlerinin kendisine
gelecek kazayı def etmek için olduğunu fakat hırsa kapılan
sahiplerinin bunu kabullenmediği için öleceğini¸ birçok yemeklerin
yapılacağını¸ kurban kesilip yoksulların¸ hayvanların doyurulacağını
dile getirir. Adam pişmanlık ve korkuyla Hz. Mûsâ'ya gider¸ canının
bağışlanmasını ister. Hz. Mûs⸠atılan okun geri dönmeyeceği gibi¸
kazaya mani olmanın da imkânsız olduğunu anlatır¸ elinden gelen
tek şeyin onun imanla ölmesi için dua etmek olduğunu bildirir.
Adamcağız durumun
ciddiyetini anlayınca korkusundan hastalanır ve ölür."
Bu hikâyeyi nakleden Mevlâna Hazretleri¸ meseleyi bir cümle ile
özetler: "Sen burnunu kanatmak istemezsin¸ ama burnun kanar.
Bu kanayış sana sağlık verir."[11]
Asıl pehlivanlık öfkeyi yenmek¸ sinirlerine hâkim olmaktır. Ağızlara
yumruk indirmek yiğitlik değil¸ asıl bir ağzı tatlandırmak pehlivanlıktır.
Hulûsî Efendi Hazretleri şöyle buyurur:
Hulûsî nefsini râm eyle nefsin râmî olmazdan
Anı bas pehlivân ol başka bir mağlûb arama [12]
Bu beytin açıklamasını Şeyh Sâdî'in Gülistan'ında geçen bir hikâyeyle açıklamaya çalışalım:
"Gönül erlerinden biri¸ bir pehlivanı gördü: Hiddetlenmiş¸ şiddetlenmiş¸
ağzı köpürmüştü. �Buna ne olmuş?' diye sordu. Birisi: �Filânca küfretmiş'
cevabını verdi. Gönül eri: �Bu adam¸ dedi¸ bin batman taşı kaldırıyor da
bir sözün ağırlığına dayanamıyor mu?' Bırak şu zorbalık lâfını¸ erkeklik dâvasını!
Alçak nefsin
zebunu olan kişi¸ kadın olmuş¸ erkek olmuş¸ ne çıkar? Elinden geliyorsa
bir ağız tatlandır. Ağza yumruk atman erlik sayılmaz. Kendisinde insanlık
olmayan kimse¸ filin başını yarsa da¸ mert değildir. Âdemoğlu topraktan
yaratılmıştır. Toprak gibi alçak gönüllü değilse insan sayılmaz."
Çok meşhur kelam-ı kibarlardan olan "Sabreden zafere erer" kelâmını İmam-ı Muhammed Hazretleri yüzüğünün üzerine yazdırmış¸ daima ona bakar sabrı hatırlarmış. Hulûsî Efendi Hazretlerinin sabrın zaferin anahtarı olduğunu anlatan söze işaret eden şu beytiyle yazımızı tamamlayalım:
Ey Muhyî sabreyle bulursun zafer
Beyhûde ömrünü eyleme isrâf [13]
[1] Bkz. Şeyh Sâdî-i Şirâzî¸ Gülistan¸ (Haz: Sadık Yalsızuçanlar)¸ Timaş¸ İstanbul¸ 2005.
[2] İbni Mace¸ Fiten¸ H. 4023; Tirmizi¸ Zühd¸ H. 2398; Müsned 1/172¸174¸ 180¸ 185.
[3] Ateş Osman Hulûsi¸ Mektûbat-ı Hulûsi-i Darendevî¸ 10.Mektup¸ s. 31-32¸(Haz: Mehmet Akkuş)¸Nasihat Yay. İst. 2006.
[4] Müsned¸ 1/455.
[5] Ateş¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi¸ Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî¸ (Haz.:Prof. Dr. Mehmet Akkuş-Prof. Dr. Ali Yılmaz) s. 282¸ Nasihat Yay.¸ İstanbul¸ 2006.
[6] Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî¸ Mesnevî-i Şerîf¸ Aslı ve Sadeleştirilmişiyle Manzum Nahîfî Tercümesi¸ Haz. Âmil Çelebioğlu¸ c. IV¸ s.91-107¸ İstanbul 1967-1972.
[7] Ateş¸ Dîvân¸ s.139.
[8] Ateş¸ Dîvân¸ s.79.
[9] Ateş¸ Dîvân¸ s.329.
[10] Ateş¸ Dîvân¸ s.336.
[11] Mesnevî¸ III:3438.
[12] Ateş¸ Dîvân¸ s.11.
[13] Ateş¸ Mektûbat¸ s.156.